Tarih birebir aynı şekilde kendini tekrar etmez, ama mutlaka benzer şekilde yankı bulur. Trump coşkuyla GENIUS Yasası’nı imzalarken akla sadece yeni bir düzenleme değil, tarihin kendisinin yankısı geliyordu: 17. ve 18. yüzyılda devlet tarafından egemen yetkilerle donatılan Hollanda ve İngiliz Doğu Hindistan Şirketlerinin yükselişi.
Bu yasa, yüzeyde finansal regülasyonda teknik bir düzeltme gibi görünse de, özünde 21. yüzyılın “Yeni Doğu Hindistan Şirketi” için bir yetki belgesidir ve küresel güç dengelerini kökten değiştirebilecek bir dönüşümün kapılarını aralıyor.
Dört yüz yıl önce, Hollanda Doğu Hindistan Şirketi (VOC) ve İngiliz Doğu Hindistan Şirketi (EIC) sıradan tüccarlar değildi. Devletin verdiği yetkilerle tüccar, asker, diplomat ve sömürgeci kimliklerini bir araya getirdiler. VOC kendi ordusunu kurabiliyor, para basabiliyor, uluslararası anlaşmalar imzalayabiliyor ve savaş açabiliyordu. Aynı şekilde, Kraliçe I. Elizabeth’in fermanı EIC’ye Hindistan’da tekel ticaret hakkı ile askeri ve idari yapı kurma yetkisi sağladı. Bu şirketler, mal sevkiyatının ötesinde, küreselleşmenin ilk damarları olan deniz ticaret yollarını da şekillendiren dünyanın ilk gerçek çokuluslu şirketleriydi.
Bugün ise GENIUS Yasası, stablecoin ihraççıları için benzer bir yasal meşruiyet sağlıyor. Yasa, görünüşte rezerv ve varlık doğrulama zorunluluğu ile riski azaltmayı ve standartları uygulamayı hedefliyor. Ancak uygulamada, küçük ama “resmen tanınmış” stablecoin ihraççılarını seçip belgeyle yetkilendiriyor: Circle (USDC), uyum sağlaması halinde Tether ve Apple, Google, Meta, X gibi milyarlarca kullanıcısı olan büyük teknoloji firmaları. Bu şirketler artık kriptonun başıbozuk devrimcileri değil, ABD finans stratejisinin lisanslı aktörleri haline gelecek ve çağımızın dijital ticaret yollarını, sınır tanımayan, 7/24 çalışan finansal altyapıyı, kontrol edecek.
Doğu Hindistan şirketleri güçlerini fiziksel ticaret üzerinde tekel kurarak inşa etti. Silahlı filolar ve kaleler, baharat, çay ve afyon ticaretinde tekelleşmelerini sağladı. Bugünün dijital Doğu Hindistan şirketleri ise, küresel sermaye akışının altyapısını yöneterek güç kazanacak. ABD düzenlemesine tabi dolar stablecoin’leri, sınır ötesi ödemeler, DeFi kredileri ve gerçek varlık ticaretinde standart haline geldiğinde, bu ihraççı şirketler yeni finansal sistemin kurallarını belirleyecek. Kimin katılabileceğine karar verecek, herhangi bir adresi dondurabilecek ya da kısıtlayabilecek, uyum standartlarını dikte edecekler. Bu güç, fiziksel tekelden çok daha derin ve yaygın.
Doğu Hindistan Şirketi’nin tarihi, devletle değişken ilişkilerin öyküsüdür. Başlangıçta, bu şirketler devletin merkantilist politikaları ve jeopolitik çıkarları için araçtı. Ancak kâr iştahları arttıkça, bağımsız güç merkezlerine dönüştüler. EIC; savaşlar başlattı, örneğin Plassey, afyon ticareti yaptı ve İngiliz hükümetini defalarca diplomatik ve askeri çıkmazlara soktu. Yönetim hataları ve kontrolsüz büyüme sonunda mali çöküş getirdi; İngiliz hükümeti Çay Yasası ve Pitt’in Hindistan Yasası ile denetimi sıkılaştırdı ve 1858 Hint Ayaklanması’ndan sonra tüm idari yetkiler Kraliyet’e geçti.
Bu tarih, stablecoin ihraççıları ile ABD hükümeti arasındaki olası gidişatı gösteriyor. Bugün bu firmalar, doların küresel üstünlüğünü korumak ve Çin’in dijital yuanına karşı koymak için stratejik varlıklar olarak görülüyor. Ancak gün gelir de, küresel finans için “batamayacak kadar büyük” ve kritik hale gelirlerse, ticari çıkarlarıyla ABD dış politikası bir noktada ayrışabilir.
Dolar odaklı sistemde özel sektörün rolü büyüdükçe, devletle çatışmalar kaçınılmaz olacak. Regülasyonun artması ve “stablecoin yasası 2.0” gibi düzenlemeler gündeme gelecek. Tarihin hayaletleri yeniden sahnede. GENIUS Yasası sayesinde ABD, teknoloji inovasyonu kisvesiyle, blokzincir gücüyle hareket eden ancak özünde eski imparatorluk modelini tekrarlayan yeni bir Doğu Hindistan Şirketi’ni serbest bırakıyor: özel, küresel yetkilendirilmiş şirketler, sonunda devletle güç yarışına girecek.
GENIUS Yasası, yeni bir kurumsal güç düzeni inşa etmekle kalmıyor, aynı zamanda dünyada büyük bir para dalgası da başlatıyor. Bu sürecin başlangıcı 1971’de Bretton Woods’un çöküşüne dayanıyor; zincirler koptu ve bugün dolar stablecoin’lerinin küresel hâkimiyetinin yolu açıldı. Egemen kredi notu zayıf ülkeler için artık mesele, devletin kendi parasını mı yoksa geleneksel doları mı seçeceği olmayacak. Bireyler, değer kaybeden ulusal bir para ile pürüzsüz bir dijital dolar arasında anlık seçim yapacak. Sonuç: hiper-dolarizasyon dalgası, parasal egemenliği aşındıracak ve kırılgan ekonomilere yıkıcı deflasyon getirecek.
Stablecoin’lerin etkisini anlamak için, Bretton Woods’un dağılmasına bakmalı. O sistemde dolar altına, tüm büyük para birimleri ise dolara endeksliydi, istikrarlı ancak sonu getirilemeyen bir yapı. “Triffin İkilemi”, sistemi çıkmaza soktu: rezerv para olan dolar, küresel ticareti besleyebilmek için sürekli ticaret açığı vermek zorundaydı; bu açığın sonu olmadığı için güven sarsıldı ve Nixon 1971’de “altın penceresi”ni kapattı.
Doların “ölümü” aslında yeniden dirilişiydi. “Jamaika sistemi”yle, dolar tümüyle fiat paraya dönüştü, altına bağlılığı kalmadı, böylece Fed hem ABD bütçesini, örneğin Vietnam savaşı, hem de küresel talebi karşılayacak likiditeyi sağladı. Son 50 yıldır doların küresel üstünlüğünün temeli işte bu: metale değil, ağ etkisine dayalı güç. ABD yasasıyla yetkilendirilmiş stablecoin’ler ise, Bretton Woods sonrası dönemin nihai teknik biçimi. Doların erişimini turbo hızda genişletiyor, hükümet ve bankalar yerine doğrudan her cebe, tüm ekonomik akışlara sızıyor.
Arjantin ve Türkiye gibi yüksek enflasyon ve dalgalanmayla boğuşan ülkelerde vatandaşlar tasarruflarını korumak için zaten dolarize oluyordu. Ancak geleneksel dolarizasyon banka hesabı, sermaye kontrolü ve nakit kullanımı gibi riskler içeriyor. Stablecoin’ler bu engelleri kaldırıyor. Akıllı telefon sahibi herkes saniyeler içinde, düşük maliyetle değer kaybeden ulusal parasını dolara endeksli token’lara çevirebiliyor.
Vietnam, Orta Doğu, Hong Kong, Japonya ve Güney Kore’de “USDT dükkânları” dövizcilerin yerini alıyor; Dubai’de Bitcoin’le emlak alınabiliyor; Yiwu’da küçük esnaf sigara için stablecoin kabul ediyor.
Dolar stablecoin ödemeleri yaygınlaştıkça dolarizasyon dalgası bir anda tsunamiye dönüşebilir. Enflasyon beklentisi arttığında sermaye “sadece kaçmaz”, “buharlaşır”, yerel sistemden çıkar ve küresel kripto ağına akar. Bu, egemen para ikamesinin en ileri hali. Zaten sınırda olan hükümetler için bu ölümcül. Yerel paranın itibarı düşer, çünkü artık herkesin çok daha verimli bir alternatifi vardır.
Hiper-dolarizasyon yaşanınca, egemen devletler iki temel gücünü kaybeder: para basma, senyoraj, ve bağımsız para politikası oluşturma imkanı. Bu, yıkıcı sonuçlar anlamına gelir.
İlk olarak, yerli para terk edilince, değeri hiperenflasyonla erir. Aynı anda, dolar bazındaki ekonomik işlemlerde ise ücretler, varlıklar ve mal değerleri çöker; dolar cinsinden deflasyon yaşanır. İkinci olarak, devletin vergi gelirleri yok olur. Değeri hızla çöken para birimindeki gelirler araçsız kalır ve devletin mali temeli yıkılır. Bu “ölüm sarmalı”, devletin yönetim kabiliyetini bitirir. Bu sürecin başlangıcı Trump’ın GENIUS Yasası’nı imzalaması, ivmesi ise RWA tokenizasyonunun yaygınlaşmasıdır.
Bu devrim sadece rakip ülkelere karşı değil; ABD’nin içinde de büyük krizlere yol açabilir. Bugün, bağımsız Federal Reserve para politikasını yönetiyor. Ancak özel şirketlerce ihraç edilen; Hazine Bakanlığı veya yeni bir yürütme otoritesi tarafından regüle edilen paralel bir dijital dolar sistemi, yeni bir para altyapısı yaratır. Yürütme, stablecoin ihraççılarına dair regülasyonla, para arzını ve akışını doğrudan ya da dolaylı yönlendirebilir; böylece Fed’i baypas eder. Bu; siyasi veya stratejik amaçlar, örneğin seçim yılı teşviki veya özel yaptırımlar, için güçlü bir araç olur ve ABD para politikasının bağımsızlığına olan güveni zedeleyebilir.
Regülasyon değişikliği içeride güç dengelerini yeniden kuruyorsa, dışarıda stablecoin yasası Amerika’nın Çin’le stratejik rekabetinde belirleyici bir hamle: mevzuatla özel ve kamuya açık blokzincir tabanlı, dolar merkezli “serbest finans sistemi”ni teşvik ediyor.
İkinci Dünya Savaşı sonrası ABD, ekonomileri ayağa kaldırmak ve Soğuk Savaş’ta SSCB’yi dışlamak için Bretton Woods sistemini kurdu. IMF ve Dünya Bankası Batı değerlerini yaymak ve ittifakları güçlendirmek için araç oldu. Bugün GENIUS Yasası, dijital çağın Bretton Woods’unu inşa etmeye odaklandı: dolar stablecoin’leriyle açık, hızlı ve verimli; Çin’in devlet-merkezci modeline ise ideolojik alternatif oluşturuyor. ABD’nin hamlesi, Soğuk Savaş dönemindeki serbest ticaret sisteminden daha radikal ve dönüştürücü.
ABD ve Çin, dijital para konusunda taban tabana zıt iki felsefe izliyor: “açık” ile “kapalı”. Çin’in dijital yuanı (e-CNY), merkez bankası kontrolündeki kapalı bir defterde çalışan “izinli” bir sistem. Tüm hesap ve işlemler devletin denetiminde, bu da küresel kullanıcıda, özellikle gözetimden çekinenlerde güvensizliğe yol açıyor.
ABD ise, Ethereum veya Solana gibi izin gerektirmeyen blokzincirler üzerinde çalışan stablecoin’leri destekliyor. Herkes dilediği gibi uygulama geliştirebilir, yeni pazar kurabilir, işlem gerçekleştirebilir, yetki almaya gerek olmadan. ABD, ağ operatörü değil, doların, ağın temel varlığı, kredi sağlayıcısı.
Bu, asimetrik stratejinin ustaca bir uygulaması. ABD, rakibinin en büyük zayıflığını, kontrol kaybı korkusunu, kendi avantajına çeviriyor; geliştiricileri, girişimcileri ve kullanıcıları küresel bir açık ekosisteme çekiyor. Çin ise sadece kendi kapalı ağıyla hareket edebiliyor ve ağ etkisiyle yarışamıyor.
Çin, Rusya ve diğer rakipler dolar üstünlüğünü kırmak için SWIFT’in alternatiflerini geliştirmeye uğraştı. Ancak stablecoin’ler bu çabaları demode bırakıyor. Blokzincir tabanlı stablecoin transferlerinde SWIFT’e veya eski finansal altyapılara gerek yok. Değer, küresel dağıtık bir ağda, doğrudan eşten eşe transfer ediliyor, mevcut sistemlerin yanı sıra, yeni bir altyapı oluşuyor.
Amerika artık eski kale olan SWIFT’i savunmak zorunda değil; yeni bir savaş alanı kurdu. Burada kurallar protokol ve kodla yazılıyor. Dijital değerler bu altyapılara kaydıkça “daha iyi bir SWIFT” kurma çabası, otoyol çağında lüks at arabası yolu yapmaya çalışmak gibi anlamsız kalacak.
Dijital çağda, ağ etkisi her şeyi belirler. Bir platform yeterli büyüklüğe ulaştığında, çekim gücü vazgeçilmez olur. GENIUS Yasası ile ABD, dünyanın en güçlü para ağını, doları, en yenilikçi teknoloji ağıyla, kripto, birleştiriyor ve ortaya çıkan sinerji katlanarak büyüyor.
Dünyanın dört bir yanındaki geliştiriciler, en büyük likidite havuzunu ve kullanıcı tabanını hedefleyecek. Kullanıcılar, en fazla varlık ve kullanım imkânı nerede varsa oraya akacak. E-CNY, Kuşak ve Yol hattında büyüyebilir, fakat kapalı ve yuan merkezli tasarımıyla küresel yayılımı sınırlı.
Özetle, GENIUS Yasası sıradan bir iç mevzuat değil, Amerika’nın 21. yüzyıl jeopolitik vizyonunun temel taşı. Merkeziyetsizlik ve açıklık sayesinde, dolar egemenliğini güçlendiriyor. Bu bir silah yarışı değil; finansal savaş alanının haritasını değiştirmek ve protokol düzeyinde rakip yapıların önünü kesmek.
Stablecoin’ler yalnızca bir başlangıç; adeta bir Truva atı. Kullanıcılar stablecoin’lerle küresel değer transferine alışınca, daha köklü bir devrim başlıyor: tüm kıymetlerin, hisse, tahvil, taşınmaz ya da sanat eserlerinin, kamuya açık defterlerde serbestçe dolaşabilen dijital token’lara dönüşmesi. Bu “gerçek varlıkların zincir üstüne taşınması”, RWA, varlıkları yerel yargıdan soyutlar, “ulus-üstü” varlık kontrolünü mümkün kılar ve bankaların merkezde olduğu finansal sistemi sarsar.

Efsaneye göre, Yunanlılar Truva’yı dev bir tahta at sayesinde fethetti. Günümüzde stablecoin’ler de aynı rolü üstleniyor: düzenleyiciler için, varlık teminatlı, “güvenli” stablecoin’ler, kripto alanına kontrollü ve risksiz giriş kapısı gibi görünüyor.
Gerçekte ise, devletin otoritesini güçlendirme amacıyla çıkarılan GENIUS Yasası, dünyanın en büyük merkeziyetsiz ve devletten bağımsız dijital para edinme kanalını istemeden kuruyor.
Stablecoin’lerin gerçek amacı, itibari para ile kripto varlık dünyalarını birbirine bağlamaktır. Kullanıcılar genellikle düşük maliyetli transfer veya ödemeler için sisteme katılır; ancak dijital cüzdan ve zincir üstü işlemleri benimsediklerinde, Bitcoin, Ethereum ve sansür direnci yüksek varlıklar sadece bir tık uzaklıktadır.
Coinbase ve Kraken gibi platformlar kullanıcıları kripto piyasasına taşır. Stablecoin için giren kullanıcılar kısa sürede DeFi getiri fırsatları ya da Bitcoin’in değer saklama iddiasını keşfeder. USDC’den ETH staking’e geçmek, dijital uçurumu aşanlar için doğal bir yol olur.
Bu durum, otoriteler için ciddi bir politika ikilemi yaratır. Devletin amacı, stablecoin’ler aracılığıyla dolar egemenliğini sağlamlaştırmak, cüzdan, borsa ve uygulama altyapısına yatırım gerektirir. Ancak bu yapılar teknolojik olarak nötrdür. Aynı cüzdan hem regüle USDC’yi hem de anonim Monero’yu saklayabilir, aynı borsa ikisini de listeleyebilir.
Kullanıcılar geliştikçe daha fazla getiri, mahremiyet ve gerçek sansür direnci talep eder. Sonunda, yalnızca stablecoin’lerle yetinilmez; ihtiyaca daha uygun varlıklara geçiş başlar.
DeFi devriminin üstyapısı neyse, RWA da temelidir. RWA’nın özü, yasal ve teknik süreçlerle gerçek veya geleneksel varlıkların blokzincir ortamında tokenleştirilmesidir.
Düşünün ki; Çinli bir ekip, milyonlarca küresel kullanıcıya sahip bir uygulama geliştirdi, sahipliği token olarak zincir üstünde serbestçe dolaşıyor. İzin gerektirmeyen bir DeFi protokolünde işlem görüyor. Arjantinli bir kullanıcı dakikalar içinde onu satın alabiliyor, hiçbir ülkenin bankası sürece dahil olmadan.
Bu dünyada varlık tokenizasyonu, teminatlandırma, stablecoin üretimi ve transferin tamamı zincir üstünde gerçekleşiyor, bankalar ve sınır kavramı ortadan kalkıyor. Bu sadece iyi bir ödeme altyapısı değil; adeta Westphalian sınırların anlamını kaybettiği paralel bir finans evreni.
Böylece ulus-üstü para, ulus-üstü finansı ve nihayetinde ulus-üstü sermayeyi doğuruyor. Sermaye ulusal zincirleri aştığında, kapitalist de ulus-üstü olur.
Bu yeni ekosistem, stablecoin’lerle beslenip RWA üzerine kurulu sistemler, geleneksel finans için varoluşsal bir tehdittir. Bankalar, aracı kurumlar ve ödeme hizmetleri güven ve bilgi trafiği için devasa ücretler alır.
Blokzincir, kodun kural olduğu; şeffaf, değiştirilemez defterler ve akıllı sözleşmeler ile bu güveni otomatikleştirir. Yeni modelde:
Sermaye serbestçe hareket ettiğinde, varlıklar devlet denetimini aştığında, güç özel şirketlere ve topluluklara geçtiğinde son oyun bellidir: “egemen birey”in yükseldiği bir çağ, Westphalian düzenin günbatımı. Stablecoin’ler ve yapay zekâ öncülüğünde bu devrim, yalnızca iktidarın kimde olacağını değil, güç kavramının bizzat doğasını değiştirecek ve Fransız Devrimi’nden bile daha köklü sonuçlara yol açacak.
“Egemen Birey” gerçekten de çağımızın öngörüsüdür.

1997 yılında James Dale Davidson ve Lord William Rees-Mogg, “Egemen Birey” kitabında Bilgi Çağı’nın iktidar mantığını kökten değiştireceğini öngördü. Ulus-devlet, sanayi çağında durağan ve somut varlıkları vergilendirerek ve koruyarak büyüdü. Fakat Bilgi Çağı’nda en değerli unsurlar, bilgi, yetenek ve para, ağırlıksız ve sınır tanımaz. Devlet, “kanatlı inekleri” çitle çevirmeye çalışan bir çiftçi gibi, onları vergilendirmek ve denetlemek neredeyse imkânsızlaşıyor.
Stablecoin, DeFi ve RWA; kitabın öngördüğü “siberpara” ve “sibyerekonomi”nin vücut bulmuş hali. Birlikte, sermayeye kanat takan global, düşük sürtünmeli bir ağ kuruyorlar. Elitler, RWA token’larıyla servetini istediği yere aktarabiliyor ve stablecoin’lerle anında fon hareket ettirebiliyor, devletin erişimi dışında. Kitabın tasavvur ettiği; bireylerin devlet baskısından kurtuluşu ve varlık sahiplerinin parasal tekellerden çıkışı, hayata geçiyor.
1648 Westphalia Barışı’ndan bu yana dünya siyaseti, mutlak egemen devletler prensibine dayandı. Ulus-devletin temelinde ise toprak ve insan üzerinde tam kontrol yatar.
Egemen bireyin yükselişi bu temeli hızla eritiyor. Dünyanın en yaratıcı, üretken bireyleri ve varlıkları sanal dünyada yaşadıkça, sınırlar işlevsizleşiyor. Devlet, gerçekten mobil elitleri vergilendiremediği için mali tabanı zayıflıyor. Hükümetler “rehine vergisi” veya özerkliği teşvik eden teknolojilere kısıtlama getirebilir, ancak bu tutum yalnızca kaçışı hızlandırır ve çıkmazı derinleştirir. Sonuçta, ulus-devlet; immobil nüfus için bir “bakıcı devlete” dönüşüp refah üretiminden kopar.
Bu devrimin bir sonraki cephesi mahremiyet olacak. Günümüzde açık blokzincirler takma isimli ama izlenebilir. ZKP (sıfır bilgi ispatı) gibi mahremiyet teknolojileri geliştikçe, Zcash, Monero örneklerinde olduğu gibi, tamamen anonim ve izlenemez işlemler mümkün hale geliyor.
Stablecoin tabanlı global sistem gelişmiş gizlilikle birleştiğinde, vergi otoriteleri için en zorlu sınav olacak: ne tarafları ne de gelirleri tespit edemeyecekleri bir kara kutu. Bu “deregülasyonun” uç noktasıdır: devlet vergi alamazsa ne düzenleme yapabilir ne kamu hizmeti sunabilir.
Fransız Devrimi’yle monarşik egemenlik ulusal egemenliğe dönüştü; ancak devletin toprak kontrolü mantığı sürdü. Stablecoin devrimi ise bu mantığı yıkıyor, “ulusal toprak egemenliği” yerine “ağ egemenliği” ve “bireysel egemenlik” koyuyor. Bu basit bir güç transferi değil; topyekûn bir merkeziyetsizleşme ve ulus-üstüleşme. Paradigma değişimi, Fransız Devrimi kadar hatta onu aşacak boyutta. Yeni bir düzenin eşiğindeyiz; bireylere benzersiz güçler ve özgürlükler sunacak, ancak öngöremeyeceğimiz ölçüde karmaşa ve meydan okumaları da beraberinde getirecek bir çağ başlıyor.
Bu makale, TechFlow kaynağından alıntılanmıştır. İçeriğin tüm telif hakları yazara aittir. Telif haklarına ilişkin sorularınız için bizimle iletişime geçebilirsiniz.


